Diyet
müdahalesinin otizm için etkili bir tedavi olduğuna dair artan kanıtlarla
desteklenen 30 yıllık verilere rağmen çoğu zaman hepimiz şunlara benzer
cümleler kuruyoruz veya duyuyoruz:
- Doktorum, bu diyete gerek olmadığını söylüyor.
- Benim çocuğumda ishal yok, bu yüzden diyet gerekli değil.
- Diyet çok zor.
- Benim çocuğum çok seçicidir. Aç kalmasını istemiyorum.
- Çocuğum asla ekmek yemeden yaşayamaz!
- Okulda/kreşte diyet yapamaz.
- Beslenmelerini değiştirmek istemiyorum.
- Çocuklarımın süte ihtiyacı var!
Diyet
müdahalesi, kanıtlanmış tıbbi yaklaşımın temel taşlarından biridir ve özel
diyetlerin otizm spektrumdaki birçok kişiye yardım ettiğine dair inandırıcı
ampirik kanıtlar vardır. Çocukları için diyetlerini başarıyla uygulayan ve
sonuçta otizme dair belirtilerin azaldığını ya da tamamen kaybolduğunu
gözlemleyen ve bunu farklı platformlarda dile getiren pek çok aile
bulunmaktadır.
Dünyada
ve ülkemizde ün kazanmış ve otizm-diyet ilişkisine dair önemli çalışmaları olan
bazı doktor ve araştırmacıların bu konu hakkında neler söylediklerine bakalım.
Nöroloji
ve Beslenme Uzmanı olan ve 3 yaşındaki oğlunu "Tüm hastalıklar bağırsakta
başlar" sözünden yola çıkarak geliştirdiği sistemle sağlığına kavuşturan Dr. Natasha Campbell McBride, otizmin yanı
sıra birçok hastalığın sebebinin bağırsak florasındaki dengesizlik olduğunu ortaya
koymaktadır. Tüm hastalıkların bağırsakta başladığına dikkat çeken Natasha
Campbell McBride, “Eğer kötü mikroplar bağırsaklara yerleşirse bunların
ürettiği toksik maddeler bağırsağın geçirgenliğini artırır. Toksik maddeler
vücuda geçtiğinde beyinde otizm, akciğerde astım gibi hastalıklara sebep
olabilir” dedi. GAPS isimli meşhur diyeti OSB’li çocuklar için umut olan
McBride bu diyet hakkında şunları söylüyor: “Bu diyet önce bağırsakta oluşan
kötü mikropları temizliyor. Kötü madde yapımı durduruyor. Ondan sonra
bağırsakların geçirgenliği iyileşiyor. Sağlıklı bir bağırsaktan sonra ise
sağlıklı yiyeceklerle vücudu temizliyoruz”.
GAPS
diyetinde kullanılan besinlerin geleneksel Türk mutfağı ile çok benzerlik
gösterdiğini ifade eden McBride, “Taze
et, balık, yumurta, fermente sebze, yoğurt, peynir gibi mayalanmış ürünler.
Bunların hepsinin evde pişirilmesi gerekiyor. Markette bulunan rafine gıdaları
hayatımızdan çıkarmalıyız. Çünkü bunlar bizi değil, sadece kötü mikropları
besliyor. Bu diyeti uyguladığınız zaman sağlığınıza kavuşuyorsunuz” diye
konuştu.
Otizmin
daha çok çevresel faktörlerden kaynaklandığını söyleyen Fitoterapist Dr. Ümit
Aktaş’ın otizmin neden kaynaklandığına dair söyledikleri çok önemli
“Otizm, çevresel
toksinler, yiyeceklerin içindeki kimyasallar, DNA’mızın tanımadığı suni yiyecekler
ve aşılarda kullanılan ağır metallerle ilişkili bir sorun. Bu toksik saldırı,
sağlıksız bir mikrobiyomla birleşince ortaya, birçok farklı faktörün birlikte
rol oynayarak beyin fonksiyonlarında bozukluğa yol açtığı bir tablo çıkıyor.”
Doğru
bir beslenme modeli ile otizm semptomların hafifleyeceğini söyleyen Dr. Ümit
Aktaş, “Teşhis ne kadar erken konmuşsa ve doğru beslenme modeline ne kadar
erken geçildiyse tedavinin başarı şansı da o kadar artar” dedi. Dr. Ümit Aktaş, öncelikle glutenden uzak durulması
gerektiğini belirterek şunları söyledi:
“Otistik
çocuklarda çölyak hastalığının daha sık görülmesi kesinlikle bir tesadüf değil.
Otizm teşhisi konmuş bir çocuğun diyetinden ilk çıkarılması gereken şeyler
makarna, ekmek, börek, çörek gibi gluten içeren tüm besinlerdir. Otistik
çocukların hemen hepsinde bağırsak ve mide problemleri olması da sürpriz değil.
Bu yüzden çocuğa bağırsak florasını iyileştirecek bir beslenme modeli
uygulanmalı, fermente gıdalardan zengin bir diyet ve probiyotik takviyeleri
tercih edilmeli. Otizmle savaşta, süt ve süt ürünleri beslenme modelinden
tamamen çıkartılmalı, probiyotik takviyesi, turşu ve sirke gibi seçenekler
tercih edilmeli, mevsiminde sebzeler yenmeli ve işlenmiş, paketlenmiş tüm
yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Otistik
bir çocuğun beslenme modelinde şeker kesinlikle yer almamalı. Otizm teşhisi
konmuş tüm çocuklara ilk yapılması gereken şey ağır metal testi olmalı.”
Vücudumuzdaki
bakterilerin yaklaşık yüzde 90’ı bağırsaklarımızda yaşıyor ve 2 kilo
ağırlığındaki bağırsak mikrobiyotamız, hem işlevi hem de ağırlığı nedeniyle
artık bir organ olarak kabul ediliyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Hakan
Alagözlü, son dönemde adını daha sık duyduğumuz yeni organımızla ilgili
bilinmesi gerekenleri anlattı.
“Bağırsak
mikrobiyotasında en az 1000 tür bakteri bulunuyor. Bunlar vücudumuzda
fizyolojik, metabolik ve immün sistem üzerinde oldukça kompleks ve aktif
görevler üstleniyor. Mide ve incebağırsak tarafından sindirilemeyen besinlerin
sindirimine yardım eden, B ve K vitaminlerinin yapımını sağlayan, hastalık
yapabilecek (patojen) bakterilerin yerleşmesine engel olan bu bakterilerin en
önemli özelliğinin bağırsak duvarında bir bariyer görevi görmesi olduğu
belirtiliyor. Bağırsakta conta görevi yaparak bizi birçok hastalıktan ve
patojen mikroorganizmalardan koruyan bakterilere dost bakteriler veya
‘probiyotik bağırsak bakterileri’ adı veriliyor.”
Bağırsak
mikrobiyotasının dengesi zaman içinde bozulursa, vücut bazı hastalıklara karşı
savunmasız kalıyor. Bağırsak epiteli normalde zararlı mikropların toksik
maddelerini geçirmiyor. Bunda bağırsakta ‘probiyotik’ adı verilen dost
bakterilerin rolü bulunuyor. Bu bakteriler, bağırsak sızdırmazlığı sağlayarak
bir conta görevi yapıyorlar. Bağırsak bakterilerindeki en ufak bozulma,
hastalık yapıcı bakterilerin veya toksinlerinin kan dolaşımına karışmasına ve
bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. Buna ‘sızdıran bağırsak’ veya
‘geçirgen bağırsak’ sendromu adı veriliyor.
“Bağırsak
bakteri bozukluğuyla ilişkili birçok hastalık bulunuyor. Fonksiyonel ishal
(diyare), enfeksiyöz ishal, fonksiyonel kabızlık, huzursuz bağırsak sendromu,
gıda alerjileri, iltihaplı bağırsak hastalıkları, obezite, karaciğer yağlanması
(hepatosteatoz), kolon kanseri, çölyak gibi birçok hastalıkta probiyotiklerin
yararlı etkisini bu hastalıkların bağırsak bakterileriyle ilişkili olduğunu
gösteren birçok makale yayımlanıyor. Otizm, depresyon, panik atak, kaygı bozuklukları,
Parkinson, Alzheimer, multiple skleroz gibi hastalıkların da bağırsak
mikrobiyotasıyla ilişkili olduğuna dair sonuçlar yayımlanıyor.”
Unutmayın:
Çocuğunuz bir bireydir. Ve diyetin, onun için etkili bir müdahale olup olmadığını
öğrenmeye giden tek yol, deneyerek görmektir. Çoğu uzman, özel bir diyetin
yardımcı olup olmayacağını belirlemek için en az üç aylık sıkı bir çabaya
ihtiyaç olduğu konusunda hemfikir. Üç ay sonra iyileşme olmazsa, büyük bir
finansal yatırım yapmadan iyi bir denemede bulunduğunuzdan emin olabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için çok değerli. Lütfen yazılarla ilgili görüş ve sorularınızı paylaşınız!