-->

Otizm, Diyet ve Doğru Beslenme

Otizm, Diyet ve Doğru Beslenme

Diyet müdahalesinin otizm için etkili bir tedavi olduğuna dair artan kanıtlarla desteklenen 30 yıllık verilere rağmen çoğu zaman hepimiz şunlara benzer cümleler kuruyoruz veya duyuyoruz:

  1. Doktorum, bu diyete gerek olmadığını söylüyor.
  2. Benim çocuğumda ishal yok, bu yüzden diyet gerekli değil.
  3. Diyet çok zor.
  4. Benim çocuğum çok seçicidir. Aç kalmasını istemiyorum.
  5. Çocuğum asla ekmek yemeden yaşayamaz!
  6. Okulda/kreşte diyet yapamaz.
  7. Beslenmelerini değiştirmek istemiyorum.
  8. Çocuklarımın süte ihtiyacı var!


Diyet müdahalesi, kanıtlanmış tıbbi yaklaşımın temel taşlarından biridir ve özel diyetlerin otizm spektrumdaki birçok kişiye yardım ettiğine dair inandırıcı ampirik kanıtlar vardır. Çocukları için diyetlerini başarıyla uygulayan ve sonuçta otizme dair belirtilerin azaldığını ya da tamamen kaybolduğunu gözlemleyen ve bunu farklı platformlarda dile getiren pek çok aile bulunmaktadır.

Dünyada ve ülkemizde ün kazanmış ve otizm-diyet ilişkisine dair önemli çalışmaları olan bazı doktor ve araştırmacıların bu konu hakkında neler söylediklerine bakalım.

Nöroloji ve Beslenme Uzmanı olan ve 3 yaşındaki oğlunu "Tüm hastalıklar bağırsakta başlar" sözünden yola çıkarak geliştirdiği sistemle sağlığına kavuşturan  Dr. Natasha Campbell McBride, otizmin yanı sıra birçok hastalığın sebebinin bağırsak florasındaki dengesizlik olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm hastalıkların bağırsakta başladığına dikkat çeken Natasha Campbell McBride, “Eğer kötü mikroplar bağırsaklara yerleşirse bunların ürettiği toksik maddeler bağırsağın geçirgenliğini artırır. Toksik maddeler vücuda geçtiğinde beyinde otizm, akciğerde astım gibi hastalıklara sebep olabilir” dedi. GAPS isimli meşhur diyeti OSB’li çocuklar için umut olan McBride bu diyet hakkında şunları söylüyor: “Bu diyet önce bağırsakta oluşan kötü mikropları temizliyor. Kötü madde yapımı durduruyor. Ondan sonra bağırsakların geçirgenliği iyileşiyor. Sağlıklı bir bağırsaktan sonra ise sağlıklı yiyeceklerle vücudu temizliyoruz”.

GAPS diyetinde kullanılan besinlerin geleneksel Türk mutfağı ile çok benzerlik gösterdiğini ifade eden McBride, “Taze et, balık, yumurta, fermente sebze, yoğurt, peynir gibi mayalanmış ürünler. Bunların hepsinin evde pişirilmesi gerekiyor. Markette bulunan rafine gıdaları hayatımızdan çıkarmalıyız. Çünkü bunlar bizi değil, sadece kötü mikropları besliyor. Bu diyeti uyguladığınız zaman sağlığınıza kavuşuyorsunuz” diye konuştu.

Otizmin daha çok çevresel faktörlerden kaynaklandığını söyleyen Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş’ın otizmin neden kaynaklandığına dair söyledikleri çok önemli

“Otizm, çevresel toksinler, yiyeceklerin içindeki kimyasallar, DNA’mızın tanımadığı suni yiyecekler ve aşılarda kullanılan ağır metallerle ilişkili bir sorun. Bu toksik saldırı, sağlıksız bir mikrobiyomla birleşince ortaya, birçok farklı faktörün birlikte rol oynayarak beyin fonksiyonlarında bozukluğa yol açtığı bir tablo çıkıyor.”

Doğru bir beslenme modeli ile otizm semptomların hafifleyeceğini söyleyen Dr. Ümit Aktaş, “Teşhis ne kadar erken konmuşsa ve doğru beslenme modeline ne kadar erken geçildiyse tedavinin başarı şansı da o kadar artar” dedi. Dr. Ümit Aktaş, öncelikle glutenden uzak durulması gerektiğini belirterek şunları söyledi:

“Otistik çocuklarda çölyak hastalığının daha sık görülmesi kesinlikle bir tesadüf değil. Otizm teşhisi konmuş bir çocuğun diyetinden ilk çıkarılması gereken şeyler makarna, ekmek, börek, çörek gibi gluten içeren tüm besinlerdir. Otistik çocukların hemen hepsinde bağırsak ve mide problemleri olması da sürpriz değil. Bu yüzden çocuğa bağırsak florasını iyileştirecek bir beslenme modeli uygulanmalı, fermente gıdalardan zengin bir diyet ve probiyotik takviyeleri tercih edilmeli. Otizmle savaşta, süt ve süt ürünleri beslenme modelinden tamamen çıkartılmalı, probiyotik takviyesi, turşu ve sirke gibi seçenekler tercih edilmeli, mevsiminde sebzeler yenmeli ve işlenmiş, paketlenmiş tüm yiyeceklerden uzak durulmalıdır.  Otistik bir çocuğun beslenme modelinde şeker kesinlikle yer almamalı. Otizm teşhisi konmuş tüm çocuklara ilk yapılması gereken şey ağır metal testi olmalı.”

Vücudumuzdaki bakterilerin yaklaşık yüzde 90’ı bağırsaklarımızda yaşıyor ve 2 kilo ağırlığındaki bağırsak mikrobiyotamız, hem işlevi hem de ağırlığı nedeniyle artık bir organ olarak kabul ediliyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Hakan Alagözlü, son dönemde adını daha sık duyduğumuz yeni organımızla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı.

“Bağırsak mikrobiyotasında en az 1000 tür bakteri bulunuyor. Bunlar vücudumuzda fizyolojik, metabolik ve immün sistem üzerinde oldukça kompleks ve aktif görevler üstleniyor. Mide ve incebağırsak tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eden, B ve K vitaminlerinin yapımını sağlayan, hastalık yapabilecek (patojen) bakterilerin yerleşmesine engel olan bu bakterilerin en önemli özelliğinin bağırsak duvarında bir bariyer görevi görmesi olduğu belirtiliyor. Bağırsakta conta görevi yaparak bizi birçok hastalıktan ve patojen mikroorganizmalardan koruyan bakterilere dost bakteriler veya ‘probiyotik bağırsak bakterileri’ adı veriliyor.”

Bağırsak mikrobiyotasının dengesi zaman içinde bozulursa, vücut bazı hastalıklara karşı savunmasız kalıyor. Bağırsak epiteli normalde zararlı mikropların toksik maddelerini geçirmiyor. Bunda bağırsakta ‘probiyotik’ adı verilen dost bakterilerin rolü bulunuyor. Bu bakteriler, bağırsak sızdırmazlığı sağlayarak bir conta görevi yapıyorlar. Bağırsak bakterilerindeki en ufak bozulma, hastalık yapıcı bakterilerin veya toksinlerinin kan dolaşımına karışmasına ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. Buna ‘sızdıran bağırsak’ veya ‘geçirgen bağırsak’ sendromu adı veriliyor.

“Bağırsak bakteri bozukluğuyla ilişkili birçok hastalık bulunuyor. Fonksiyonel ishal (diyare), enfeksiyöz ishal, fonksiyonel kabızlık, huzursuz bağırsak sendromu, gıda alerjileri, iltihaplı bağırsak hastalıkları, obezite, karaciğer yağlanması (hepatosteatoz), kolon kanseri, çölyak gibi birçok hastalıkta probiyotiklerin yararlı etkisini bu hastalıkların bağırsak bakterileriyle ilişkili olduğunu gösteren birçok makale yayımlanıyor. Otizm, depresyon, panik atak, kaygı bozuklukları, Parkinson, Alzheimer, multiple skleroz gibi hastalıkların da bağırsak mikrobiyotasıyla ilişkili olduğuna dair sonuçlar yayımlanıyor.”

Unutmayın: Çocuğunuz bir bireydir. Ve diyetin, onun için etkili bir müdahale olup olmadığını öğrenmeye giden tek yol, deneyerek görmektir. Çoğu uzman, özel bir diyetin yardımcı olup olmayacağını belirlemek için en az üç aylık sıkı bir çabaya ihtiyaç olduğu konusunda hemfikir. Üç ay sonra iyileşme olmazsa, büyük bir finansal yatırım yapmadan iyi bir denemede bulunduğunuzdan emin olabilirsiniz.

Yorum Yaparak Destek Olabilirsiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için çok değerli. Lütfen yazılarla ilgili görüş ve sorularınızı paylaşınız!