Otizmi çağrıştıran davranış özellikleri
ile ilgili ilkyazılar 18. yüzyıla kadar gitmektedir. 1700’lü yıllarda Fransa’da
Jan Itard ve İngiltere’de Jon Hâlsam söz etmişlerdir. Bu bilim adamları otizmi
incelemişler ve otizmli kişileri her hangi bir tanım koymadan farklı bireyler
olarak isimlendirmişlerdir (Kırcaali – İftar, 2007, Fazlıoğlu ve diğ, 2007).
“Otizm” teriminin ise ilk kez İsviçreli
psikiyatr Eugen Bleuler tarafından 1911 yılında kullanıldığı sanılmaktadır.
“Otizm” ve “otistik” terimleri, Yunanca'da benlik, öz, kendi gibi anlamlara
gelen “otos” sözcüğünden türetilmiştir. Bleuler otistik terimini, dış dünyadan
kendisini tümüyle soyutlamış olan bir birey için kullanmıştır (Kırcaali –
İftar, 2007).
Otizm ile ilgili ilk makaleler, Amerika
Birleşik Devletleri'nin Baltimore kentinde yaşayan çocuk psikiyatrı Leo Kanner
(1943) tarafından (10 çocuk üzerinde ilk kez yaptığı incelemeler sonucunda) ve
Avusturya'nın Viyana kentinde yaşayan Hans Asperger (1944) tarafından (pediatri
kliniğinde benzer özellik gösteren çocukların hastalığın en belirgin
özelliklerini tanımlamak için “otizm” terimini kullanmıştır) yayımlanmış tır
(Kırcaali – İftar, 2007; Fazlıoğlu ve diğ, 2007; Korkmaz, 2003).
1950'lerde, Bettleheim otizmin, annenin “soğuk” ve “ilgisiz” olmasından kaynaklandığı yönünde bir görüş öne sürmüştür. Ancak, bu görüş bilimsel dayanaktan tümüyle yoksundur ve zaman içinde unutulup gitmiştir (Kırcaali – İftar, 2007).
1952 yılında DSM-I otizmden çocukluk şizofrenisinin bir tipi olarak bahsedilmektedir. Otizme ilişkin ilk bilimsel dayanaklar 1960'larda ortaya çıkmıştır. Örneğin, 1964 yılında Bernard Rimland, otizmin biyolojik kökenli olduğuna ilişkin ilk bilimsel dayanakları yayımlamıştır. Hemen ardından 1966 yılında Andreas Rett, Rett sendromunu tanımlayan bir makale yayımlamıştır. 10 yıl kadar bir sessizlik döneminden sonra 1977 yılında Susan Folstein ve Michael Rutter, ikizlerle yürüttükleri çalışmayla, otizmin genetik temellerini gösteren ilk makaleyi yayımlamışlardır. 1980 yılında DSM-III‟te otizm, yaygın gelişimsel bozukluk şemsiyesi altında ele alınmış ve “infantil otizm” terimi, 30 aydan önce ortaya çıkan davranışlar için ilk kez bu dönemde kullanılmıştır (Fazlıoğlu ve diğ, 2007, s, 15).
İlk bilimsel tanı ve sınıflama
çalışmaları ise 1990'ların başında sonuç vermiştir. 1991 yılında Catherine
Lord, Michael Rutter ve Ann LeCouteur, Otizm Tanılama Görüşmesi'ni (Autism Diagnostic
Interview) yayımlamışlardır.
1992 yılında ise Amerikan Psikiyatri
Birliği, DSM-IV'de, otistik bozuklukların tanılanmasına ilişkin ölçütleri
netleştirmiştir. 1993 yılında benzer bir sınıflama Dünya Sağlık Örgütü
tarafından da önerilmiştir (ICD10: International Classification of Diseases)
(Kırcaali – İftar, 2007).
Tanı ve sınıflama çalışmaları gibi ilk
biyomedikal çalışmalar da 1990'lı yıllarda görülmektedir. Örneğin, 1994 yılında
Amerika Birleşik Devletleri'nde Otizm Araştırmaları için Ulusal Birlik
(National Alliance for Autism Research) kurulmuştur ve otizmle ilgili ABD'deki
ilk biyomedikal araştırmalar başlatılmıştır. On yıllık bir zaman diliminde
yürütülen çeşitli araştırmalar sonucunda, otizmle ilişkili olabilecek genler
taşıdığı düşünülen genomik bölgeler belirlenmiştir (Kırcaali – İftar, 2007).
Yine bu yıllarda Lorna Wing ve arkadaşlarının Londra’da yürüttüğü çalışmalar
sonucunda, otizmin farklı semptomlarının şans eseri bir arada bulunmadı ortaya
konmuştur. Bu çalışmalar sonucunda otizmde en önemli üç özellik olarak;
iletişim, hayal gücü ve toplumsallaşma eksikliği olarak görülmüştür (Fazlıoğlu
ve diğ, 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için çok değerli. Lütfen yazılarla ilgili görüş ve sorularınızı paylaşınız!